Saygın Soysal bugüne kadar hep farklı rollerle çıktı karşımıza. Dikkat çekici biri. Fiziği, bakışı farklı. Röportaj vermekten çok hoşlanmıyor ama hatırı sayılır bir hayran kitlesine sahip. Üstelik yetenekli olduğunu düşünmüyor “Yetenekli değil, çalışkanım” diyor
Hatırla Sevgili, Güz Yangını ve Asi gibi dizilerdeki rolleriyle tanınan ve çokca konuluşan Saygın Soysal, şimdilerde ATV ekranlarında yayınlanan Kara Para Aşk dizisinde izleyiciyle buluşuyor. Saygın Soysal röportaj vermeyi seven biri değil. Zaten bu yüz yüze verdiği ikinci röportajı. Galata’da evinin yakınında bir kafede buluşuyoruz. Önce fotoğraf çekimi için sokaklarda turluyoruz. Biraz birbirimize ısındıktan sonra sohbete başlıyoruz. Aslında kendini çok iyi ifade eden biri ama kayıt bitince derin bir “Ohhh” çekiyor. Haliyle ben de. Ama Soysal’ın hayatına dair basın danışmanının dahi bilmediği detayları öğreniyorum. Ama içimde bir his var; öğrendiklerim buz dağının görünen kısmı sadece!
– Çocukluğunuzdan başlayalım…
– Ankara’da doğdum. Tek çocuğum. Üç yaşıma kadar Ankara’da, ilkokul 4. sınıfa kadar Bursa’da, ortaokul 2. sınıfa kadar İstanbul’da, sonra da Trabzon’da yaşadık.
– Epey hareketli bir aileymişsiniz…
– Babamın işleri nedeniyle sık taşındık. Ticaretle uğraşıyordu o dönem ve inişli çıkışlı bir iş hayatı vardı, bu nedenle sık sık şehir değiştirdik ve farklı okullarda okudum. Ortaokul son sınıftan itibaren Trabzon’daydım.
– Bu kadar farklı şehirlerde yaşamak ne kattı size?
– Ben de ne yaptı, tam olarak bilemiyorum. Bu kadar yer değiştirmek biraz karışık bir tip olmamı sağlamış olabilir.
– Şimdi neden Galata’da yaşıyorsunuz?
– 10 senedir İstanbul’dayım. Bu sürede 12 evde falan yaşamışımdır. Burası da denk geldi.
– Bir yerleşememe sorununuz var o zaman…
– Yerleşeceğim bir dünya görsem yerleşeceğim. Henüz onu göremediğim için dolanıyorum herhalde. Pek eşyam yok, eşyalı evlerde yaşıyorum genelde. Ağırlık yapıyor eşyalar.
– İki valizlik bir hayatınız var o zaman…
– Yok o kadar da değil. Bir kitaplık var. Çalışma masası var, bir de valiz… Caddebostan, Moda, Kadıköy, Cihangir, Boğazkesen, Galata… İstanbul’da bir sürü yerde yaşadım ve şehirdışında bir sürü otelde…
İYİ Kİ TRABZON’DA BÜYÜMÜŞÜM
– Trabzon nasıl bir şehir?
– Trabzon hem Dionysos’un hem Apollon’un beraber yaşadığı çok tuhaf bir şehir. Trabzon’da tüm aşırı uçlar da, muhafazakar yapı da vardır. “Bu toplumda hiçbir zaman kabul edilemez” dediğiniz şey, Trabzon’da çoktan kabul edilmiş ve onunla birlikte yıllardır yaşanıyordur.
– Sizin nasıl bir duruşunuz vardı Trabzon’da?
– Mahallenin bıçkın delikanlısı da oldum, içine kapanıp oturan da oldum. Ama o yaşlarda bir yerlerde bir yanlış olduğunu seziyordum. Trabzon’da babamın çalıştırdığı bir kulüp vardı ve oraya her çeşit insan gelirdi…
– Gece kulübü mü?
– Bir bilardo salonuydu. Kafe diyelim… Ve her çeşit insanla 13-14 yaşımdan beri ilişki halindeydim ve onları görüyordum. Onların birbiriyle, hayatla, kadınlarla kurduğu ilişkiyi, Trabzonspor’la, siyasetle kurdukları ilişkileri görüyordum. Birçok meslek grubundan insanın hayata nasıl baktığına dair bir laboratuvar gibiydi orası. O yaşlarda tabii ki dünyayı değiştirmek istiyordum. Hâlâ da istiyorum. Ama değişmiyor. Hiç sıkılmayacağınız bir yer Trabzon. Çok memnunum orada büyüdüğüme…
– Neden Trabzon’dan kurtulmak istediniz o zaman?
– Trabzon’u çok seviyordum ama kendini gerçekleştirmeye çalışan genç bir adamdım. Trabzon’dan çıkmak ve özgürlüğüme kavuşmak gibi bir dert değildi benim ki. Orada her zaman özgürdüm, hatta o yaşlardaki özgürlüğümü bir daha hiçbir zaman yakalayamadım. Hacettepe Üniversitesi’nde konservatuvara girdim. Oyuncu olmak istemek daha duygusal bir şeydi benim için. Okula geldiğimde esas büyük şoku yaşadım. Kendini, oyunculuğu, tiyatroyu merak eden çocuklar olarak girip; aslında oyunculuk eğitiminin Türkiye’nin hiçbir yerinde layıkıyla verilemediğini fark ettik. Bunu bir sene içinde anladık. Ve kendimizi yetiştirme telaşına düştük sınıf olarak. Allah’tan çok iyi bir sınıftık. Çoğumuz oyuncu olmaya 3. sınıfta karar verdik. İstiyorduk, girdik ve hayal ettiğimiz şeyin bizi orada beklemediğini fark ettik. Bir süre debelendik, yolumuzu bulmamız zaman aldı. Hâlâ da bulmuş değiliz ama mesleğimiz bu yapıyoruz.
OKULLA İLGİLİ HAYALLERİM BÜYÜKTÜ, ŞOK OLDUM
– Oyuncu olma hayalleri kuran çocuk, ne hayal ediyordu da olmadı?
– Okula girdiğimde hayal gücümün üstünde bir yere gideceğimi sanıyordum. 17-18 yaşında bir çocuğun hayal dünyasını belli bir şekle sokup, yaratıcılığını kısıtlayıp ona eğitim veren bir yapının içine gideceğimi düşünmüyordum. Aslında hayal gücümü daha da çeşitlendireceğini sanıyordum. Sınıf arkadaşlarımla da tanışınca, herkesin gözleri fıldır fıldır, ikinci üniversiteyi okuyanlar falan, müthiş bir sınıf. Bir başladık her şey bizi durdurmaya çalışıyor. Sonra otoriteyle savaşın içine girip bir şekilde kendini var etmeye çalıştığın bir okul hayatı… O bizi protest bir noktaya itti, oyunculuğu öğrenmekle ilgili vakit kaybettirdi bize. Belki direnişçi yanımızı kuvvetlendirdi ama oyunculuğu piyasada çalışarak ya da bir tiyatroya girerek öğrenmeye başladık.
EKSİĞİNİ, FAZLASINI BİLEN KENDİ REÇETESİNİ ÇIKARIR
– Sizinle ilgili şöyle bir hissim var; hangi rolü canlandırsanız gerçekten o adammışsınız gibi hissediyorum. Sizi oynatmamışlar, bulmuşlar gibi.
– Biraz mübalağlı bu söylediğiniz. Gerçekten böyle bir şey yapsam söylerim… Öyle bir senaryo yok ki, hangi oyuncu birbirinden tamamen farklı 10 tane rol oynasın? Ben yetenekliyim diyemem ama çalışkanım. Çalışmadan yapamıyorum. Yetenek ürünü bir şey koymuyorum ortaya, uğraşmam gerek! Karakter üzerine çok çalışıyorum ve uğraşıyorum.
– Bugün oyuncu olmaya karar versem, neyi yapmamamı öğütlersiniz?
– Emin misin? Önemli olan o! (gülüyor). Herkes bambaşka motivasyonlardan oyuncu olmak istiyor. Bugünün en önemli problemi, oyunculuk mesleğini iyi bir yatırım olarak gören ve oyuncu olmak isteyen insanların çok olduğunu görüyoruz. Aslında tercih edilen bir meslek değildi eskiden. Şimdi tercih ediliyor yaşam koşulları, devamlı göz önünde olma, para pul falan… İnsanları çekiyor. Gerçekten oyuncu olmak isteyen birine söylenebilecek bir şey yok, o bir şekilde yolunu bulur. Kendine dönüp doğru düzgün biçimde kendiyle konuşabiliyor, ne kadar yapıp yapamayacağını biliyordur. Kendi eksiğini, fazlasını bilen insan kendi reçetesini çıkarır. Onun dışında ‘yırtmak’ için oyunculuksa, o yapılıyor zaten.
GENCO ERKAL “GİT” DEDİ, GİTTİM
Oyunculukla ilgili ilk fikirler ne zaman oluşmaya başladı?
– 14-15 yaşlarımdaydım. Siyasal bilgiler okumak isterdim ama çalışkan bir öğrenci değildim. Gerçekten ne yapmam gerektiğini ararken aklımda kalan şeylerden biriydi oyunculuk ve denemek istedim. Ama oyunculuk aşkla yapacağımı düşündüğüm bir şey değildi. Sadece “Hayatımı nasıl kazanabilirim, Trabzon’dan nasıl dışarı çıkabilirim?” diye düşündüğümde aklıma gelen seçeneklerden biriydi.
– Piyasa okul sonrası size hemen kucak açtı mı?
– Okul yeni bitmişti. Trabzon’a döndüm, sınıf arkadaşım Ezgi Coşkun aradı, Genco Erkal’ın bir oyun sahneye koyduğunu, denemelere girmemi söyledi. Ertesi gün Trabzon’dan İstanbul’a gittim. Dostlar Tiyatrosu’nda Genco Erkal’ın karşısındaydım, “Denemeye gerek yok, git. Çok küçük gösteriyorsun” dedi.
– Büyük hayal kırıklığı olmuştur…
– Yooo değil… Herkesin davranış biçimi, yeteneği birbirinden farklı. O Genco Erkal’dı, bana “Git” dedi. Gittim. İstanbul’a gelmiş bulundum bu vesileyle… Çağan Irmak o dönem Babam ve Oğlum’u bitirmişti. bir vesileyle tanıştık. Bir dizinin senaryosunu yazıyormuş, “Yarın sete çıkar mısın?” dedi. Şaka yapıyor sandım. Değilmiş. Çağan Irmak’ın senaryosunu yazdığı bir dizide iki bölüm oynadım ama dizi yayından kalktı. Sonra Tomris Giritlioğlu aradı ve serüven başladı…
Kaynak : Sabah