Bazen hep aynı şeyleri yazdığımı düşünüp kendimden nefret ediyorum sonra değişen bir şey olmadığına neden yazmayayım diyerek kendime merhamet ediyorum. Her zaman emin olduğum şeyler konuştum, iyi bildiğim şeyleri yapmak istedim. Altına emin olmadığım hiç bir şeye imzamı koymadım. Küfür etmek istediğim zaman zamanı mekanı hiç umursamadım. Şimdi avazım çıktığı kadar bağırmak istiyorum.
Tamam biz bir çarkın içinde fare gibi dönüp duruyoruz, arada bir farkına varıp duruyoruz, lan ne oluyor ben ne yapıyorum diyoruz, bir taşın üzerine oturup düşünüyoruz ama sonra sürünün yine en önüne geçiyoruz. İnsanız zaaflarımız var, hepimizin evinde bir televizyonumuz var. Bu sabah 22 yaşındaki oğluma hayal kırıklığımı anlatıyordum, kızgınlığımı, beni sakince dinledi sonra aslında biz nasıl istersek hayat bize öyle davranır dedi. Bunun içine her şey dahil. Konu uzadı bir çok şey anlattı. Şu televizyon dedi, aslında insanların düşünme yetisini köreltiyor. Sen simgelere inanı mısın diye sordu bana. Renklerin anlamlarını bilir misin? Dünya var olduğundan beri oluşum kelime ya da sesle başlamış. Dünyanın varoluşu, insanın bilgiye ulaşmasında ilk ses kullanılmış, ya kelimelerden bahsedilmiş ya da ışıktan. İşte bu televizyonun yansıttıklarının bize gelmesi için kırmızı renkte frekansların kullanılması gerekiyor. Kırmızı renk çakranın ikinci rengi seyreden insanları düşün, tüm hayatları orada seyrettikleri oluyor. Neyse bunlar ince detaylar ama bir dokunuşta domino taşları gibi birbirini takip edecek zincirin halkaları her biri. Siz bilseniz de bilmek istemeseniz de.
Biz neden sürekli uyarlama diziler yapıyoruz. Uyarlama yapıyoruz ruhunu mekanları alıp gerçekten o devri anlatan seyirciye artı kazandıracak şeyler değil de yaşadığı devrin okuyucusunu küçümseyen onların hayatına ak ve kara ile doğru ve yanlışı göstermek isteyen, okuyucunun hayatına yön çizmek akıl vermek için yazılmış belki de hiç bir amacı olmayan eserleri seçiyoruz. Bu özensiz olmamızdan mı yoksa yaptığımız işi ciddiye almamak gibi salgın bir hastalığın pençesinde kıvrandığımızdan mı?
Sürekli aynı senaristlerin tükenmiş arayışları belki de bize dayatılan.
Gündelik hayattan sıkılıp diziler hakkında yazmaya niyetlendiğimde amacım yazma yetimi bildiğim bu yönde kullanmaktı ama şimdi acı çekiyorum. Her gün yazdığım dizinin başına oturmak bana azap veriyor sorumluluk duygumdan oturup seyrediyorum sonrada yazıyorum. Senaristlerle genelde sohbet ederken yazdıklarını eleştirdiğiniz zaman size şey derler, ya ben aslında dizi seyretmiyorum. Hep tuhafıma gitmiştir bu, seyretmediğin beğenmediğin bir şeyi neden yapıyorsun. hiç birine böyle bir şey demedim çünkü karşılarında kendimi onların senaryosunu okuyan hislerine güvenen ama onlar kadar kendini yetkin hissetmeyen biri olarak durdum. Belki de nedeni işlerini sevmemeleridir.
Sonuç ne olursa olsun, uyarlama olan senaryolardan biri olan Bugünün Saraylısı ilk günden beri sabırla seyrettiğim, hala yayından kalkmamasına şaştığım bir dizi. Bizim dünyamızda artık böyle insanlar yok. İki senedir bazı dizilerin dışında yaratılan hiç bir dünya bizim yaşadığımız dünyaya denk değil zaten. Ne diyalogları ne karakterler sahici değil, gerçek hayatta işler böyle yürümez, böyle konuşmaz insanlar. Peki fantastik bir dizi değilse neden insanlar senaryo için özel bir dünya ve diyaloglar yazar. Herhalde masanın başına oturduklarında başka bir şey olduklarından benim aklıma başka bir seçenek gelmiyor. roman ya da hikaye yazamadıklarının farkındalar anladıkta senaryo dilinin özel üretimi sadece bizim dizilerimizde var. Her ne kadar televizyon bağımlısı olsak da henüz tam bir bütün olamamış demek ki.
Ben senaristler gibi lanet olsun başladım yazmak zorundayım yoksa nefret ediyorum bu dizilerden demiyorum, evet beni çok kızdırıyorlar, kadınlara yarattıkları dünyadan, onlara gösterdiklerini zannettikleri çıkış yollarından nefret ediyorum. Kurduğu erk dünya hiç hoşuma gitmiyor. Bunlar da ince detayları ama değişmesini istiyorum. Bir kitap uyarlanacaksa aslına uygun ruhunu yansıtsın istiyorum, buna değecek bir eser olsun istiyorum. Sezon sezon sürmesin 3 ya da 5 bölüm de bir sanat eseri ortaya çıksın istiyorum. İçinde sanatçılar olduğuna göre senaryonun ticari değil sanatsal bir özelliği olduğuna inanıyorum. Yapımcıların, senaristlerin, oyuncuların, düzene uymak yerine kendi değerlerini gösterecekleri işlerle anılmaları gerektiğine inanıyorum.
İstemenin, oldurmanın başlangıcı olduğunu öğrendim.
Güzel günlerde görüşelim.
Saygılarımla,
Zuhal Özden